Söyleşi; başta konuşmacıyı ve konuyu tanıtan çok kısa giriş bölümü haricinde iki ana bölümden oluşuyor. Söyleşinin ilk bölümünde, modern sanatı ele almadan önce sanat felsefesi açısından “çağdaşlık nedir?” sorusunu ele almak gerektiği vurgulanıyor ve bu soruya cevap aranıyor. Kant, Nietzsche, Foucault ve Agamben’den yola çıkarak çağdaşlık nedir sorusu irdeleniyor. Bu filozoflara bakıldığında şimdinin geleceğin demode hali olduğu ve şimdide takılı kalan çağdaşlığın çağdaş olamayacağı sonucu ortaya çıkıyor. Çağdaşlık demek; kendinden öncekinin bir geride kaldığı dönem demek. Sürekli olarak şimdiyi terk etmeli ki geleceğe doğru ilerleyebilelim. Giorgio Agamben’nun “çağdaş olan vakitsiz olandır” sözü konuyu çok güzel özetlemiş. Çağdaş felsefedeki bu bakış açısının kökleri Nietzsche’ye dayanıyor. Nietzsche “Zamana Aykırı Bakışlar” isimli yapıtında; çağdaşlık fikrinin “zamana aykırı düşünceler” olduğu fikrini ortaya koymuş.

Sanatın zamansallığının yaşamla ilgili bağlantıları nedeniyle konu toplumların ekonomik, sosyal ve siyasal durumlarıyla da yakından ilgili. Çağdaşlık kendimizi dışında bırakabileceğimiz bir kavram değil. Ancak, aktör olarak kendimizi de işin içine katarak düşünebileceğimiz bir kavram. Bu noktada, “güncel nedir, çağdaş nedir?” sorusundan “benim güncelliğim nedir?” sorusuna geliniyor. Yani zaman kişilere ve toplumlara göre farklı akıyor. Birisi sosyal ve ekonomik ilişikler açıdan yirmi birinci yüzyılı yaşarken birisi hala 19. yüzyılı yaşıyor olabilir.

Sanatın eleştirel özü nedeniyle, konuya siyaset felsefesi açısından bakmaktan, eleştirel olanın ne olduğunu anlamak ta mümkün gözükmüyor. Bu açıdan baktığımızda da toplumların sorunlarını mevcut siyasi anlayışlar ve demokrasi çözemediğini görüyoruz. Çünkü, yaşanan zaman ile çözüm reçetesi uyuşmuyor. Ülkeler birbirlerinden farklı zamanları yaşadıklarından uyumsuzluk var. Dahası, aynı ülke içinde de bile toplum kesimleri arasında zamansal farklar yaşanıyor.

Söyleşinin ikinci bölümünde 60’larda ve 70’lerde başlayan yeni eleştirel sanat akımları ve eserleri ele alınarak örnekler üstünden modern sanat nedir sorgulanıyor. 60 ve 70’lerde, sanatçılar sanat fikrini sorgulamaya başlamışlar ve sanat üzerine ciddi eleştiriler getirmişler. Sanatın neliği üstüne sorgulayıcı ve eleştirel eserler yaratmışlar. Tabi buda sanata bakış açısını değiştirmiş. Sanat sadece güzel sanatlar değil yaşamın içinde olan bir aktiviteye dönüşmüş. Bu da performans sanatları gibi sanat akımlarının çıkmasına neden olmuş.

Fakat, bu sanata yönelik ortaya çıkan yeni sorular, bir paradoksu da içinde barındırıyor. 60’ların, 70’lerin en radikal sanat akımları, Adorno ve Horkheimer’ın kültür endüstrisi dediği formalara dönüşüyorlar ve endüstrisinin birer nesnesi oluyorlar. Çok ciddi modernizm eleştirisi yapan sanat eserlerinin büyük bir kısmı çok hızlı ve basit biçimde kültür endüstrisinin bir parçası haline geldiği görüldü. Örneğin pop art ta yapılan kolajların, ikonların sonradan kendi endüstrisini yaratması gibi. “Marilyn Monroe” ikonu 80’lerde Madonna’ya evrilerek muazzam bir endüstri yarattı. Andy Warhol’un Brillo kutularını da bu kapsamda değerlendirmek lazım. Andy Warhol, bir bulaşık teli markasının kutusu olan Brillo kutularıyla sanata yönelik bir eleştiri getirmek istemişti ama ilerleyen zamanda eleştirdiği şeye dönüştü ve adeta bir moda ikonu oldu.

Yukarıdaki söyleşiden; günümüzde artık sanatın daha farklı bir düzeye evrildiğini öğreniyoruz. Konuşmacı, 89’da Berlin Duvarının yıkılışı ile eleştirel sanatın açmazının iyice ortaya çıktığını ve 60’lar ve 70’lerdeki eleştirel sanatın sürdürülmesinin mümkün olmadığının, artık günümüzde net biçimde anlaşıldığını anlatıyor. Ve bu açmazın artık politik bir sorundan kaynaklandığı, siyasal sistem değişmediği sürece bu açmazdan çıkılamayacağının belli olduğunu söylüyor. Sanat, politik olanın asıl belirleyici faktör olduğunu ortaya çıkarmış. Frankfurt okulunun söylediği gibi, “kurtuluş” fikri yani “devrim” fikrinde bir tıkanıklık var. Günümüzde ise dünya siyasal düzeni “post-truth” ismi verilen, gerçekliğin güç ve iktidar sahipleri tarafından kurgulanması noktasına geldi.

Ayrıca, 89’da Berlin Duvarı yıkılmasıyla, sanatta yeni bir belirlenim ortaya çıkmaya başladığı ve sanatın küreselleşmeye başladığı yukarıdaki söyleşide belirtiliyor. Artık koleksiyoner olarak Mediciler’in yerini Borusan gibi, Koç gibi global şirketler aldı. Tüm bunların felsefi arka planındaki tartışmalara baktığımızda cereyan eden tartışma artık kimlik tartışması olduğu görülüyor. Çünkü, artık küresel düzen, modern döneme getirilen eleştirilerin benzerini, bu sefer uluslar üzeri düzeyde, global ölçekte dayatıyor. Bu da post-modernizm dediğimiz günümüzdeki modernizm türünün ortaya çıkması demek. Şimdi yeni soru küresel bir sanat var mıdır, küresel bir eleştiri var mıdır? Artık eldeki düşünce ve felsefe fikirleri tükendi gibi gözüküyor. Tüm bunlara yeni bir çözüm arayışına girdiğimizde, bazı düşünürlerin ve felsefeciler; “filozofları acaba biz doğru anlayamadık mı?” sorusunu gündeme getirmeye başladığı başlamışlar. Örneğin; yakın bir zamana kadar tu kaka ilan edilip, rafa kaldırılan Hegel’in, acaba yanlış mı anlaşıldığı üzerine tartışmalar yapılmakta.

Konuyu toparlayacak olursak, bu söyleşiden kısaca şunu öğreniyoruz; zamanı hapsedip, paketleyip bir forma sokup, “şu zaman dilimi çağdaştır” dediğimiz an, zaten o zaman dilimi biz ondan bahsederken tarih olmuş ve geride kalmış oluyor. Diğer taraftan da; uluslar, topluluklar ve bireyler zaten hep aynı zamanı yaşamıyor. Demokrasi kavramının yanıltıcı paradoksu ile biz herkesin “şu anda” aynı zamanı yaşadığını sanıyoruz. Aynı tarihi yaşamakla aynı zamanı yaşamayı bir birine karıştırıyoruz. Toplumlarda ve dünyada yaşanan çatışmalar bizim sandığımız gibi ne sınıfsal çatışmalar ne de inanç temelli çatışmalar, aslında “zamanların” çatışmaları. Birde bunun üstüne nesiller arası farktan ötürü yaşanan çatışma eklemleniyor ve işin içinden çıkılmaz bir duruma geliniyor. Sanatta bundan payını alıyor ve özünde eleştirel olan sanat, zaman içinde eleştirdiği şeye dönüşüyor. Filozoflar 2500 yıldır felsefe yolu ile beklide bizi bu politik gerçeklik üzerine uyarmaya çalışıyorlardı. Ama günümüze kadar henüz eleştiri temelli idealist fikirlerin hepsi tüketilmediğinden, bu uyarı dünya üzerinde çok fazla etkili olamadı. Artık günümüzde neredeyse tüm idealist fikirlerin hepsi tüketildi ve hala dünya kurtuluştan çok uzak. Artık eleştirinin eleştirisini yapma vakti yaklaşıyor gibi yoksa cennetin bu dünyada değil öteki dünyada olduğu fikri tarih de olduğu gibi bir kez daha üstün gelecek ve umutsuz insanların umutsuzluklarına yeniden merhem olacak. Fakat artık bu yolun sonunda, bu kez, “canavarın” din pelerinini üstünden sıyırıp, tüm çıplaklığı ile insanlığın karşınsa dikilme riski belirdi. Bu sefer artık iş içten geçmiş olacak. Bu yüzden artık radikal bir çözüm arayışı gerekli. Radikal demokrasi veya teknolojiye dayalı komünizm fikri gibi.

BU VİDEO İLE BİRLİKTE İZLEMENİZİ TAVSİYE ETTİĞİMİZ FİLM:

Bir sanatçının yere çizdiği bir kare, o sanatçı “bu bir sanat eseridir” dediği için sanat eseri olur mu?… Bu seminerde anlatılanlara paralel bir film olan “Kare” (The Square) isimli film geçen sene gösterilmiş ve çeşitli ödüller kazanmıştı. Filmde olaylar İsveç’te bir çağdaş sanat galerisinin yöneticisi etrafında gelişiyor. Yer yer ironik ve kara mizah örneği olaylarla, bir sanat eserinden yola çıkarak, çağdaş sanatın ve postmodern yaşamın sorgulandığı ufuk açıcı bir film. Aşağıdaki linklerden filmle ilgili detaylı bilgilere ulaşabilirsiniz.

IMDB Sayfası

Fragman (Türkçe Altyazılı)

DVD’sini satın almak için

Film Hakkında Eleştiri ve Daha Fazla Türkçe Bilgi

 

SÖYLEŞİDE BAHSİ GEÇEN KİTAPLAR VE MAKALELER:

Kitap : Çağdaş Sanat Nedir? – Kolektif

Makale: Çağdaş Nedir? – Giorgio Agamben (Çeviri: Utku Özmakas)

Kitap: Çıplaklıklar – Giorgio Agamben (Çeviri: Suna Kılıç)

Kitap: Çağdaş Felsefenin Macerası – Kollektif

Makale: Aydınlanma Nedir ? – Kant

Kitap : Özne ve İktidar – Foucault

Makale: Kant ve Foucault’da Aydınlanma, Devrim ve Toplumsal Değişim

Kitap : Felsefe Nedir? – Deleuze Guttari, Felix Guattari