Projenin Yöntemi ve Hedefleri

Pandora Projesi’nin ruhu diyebileceğimiz en önemli unsuru; seminer, sohbet, konferans, açık ders, söyleşi gibi her türlü halka açık bilgilendirme materyalini birer “ders” olarak kabul edip, bunların çerçevesinde bir yöntem önermesidir. Aynı, Platon’un ve Aristoteles’in Akademi (Akademia) ve Lise’sinde (Lykeion) olduğu gibi “ders”i hayatın merkezine koyup, “ders”i tartışma, düşünme, sorgulama eylemi olarak görür.  Günümüzdeki geçen yüzyıldan kalma klasik ders işleyiş metotlarının, gerçeklik konusunda artık çağ dışı kaldığını ve yanlış bir yöntem olduğunu düşünüyoruz. Ve eğitimin okulla sınırlı olmadığına, bir ömür boyu süren bir etkinlik olduğuna inanıyoruz. Siyasi ve ekonomik birçok toplumsal problemin, bu gerçeği insanlığın unuttuğu için yaşandığını bize birçok olay göstermekte.

Pandora Projesi teknik olarak, basit manada; dersler arası ilişkisel ağlar kurarak, içeriklerin bir birbirlerinden bağımsız ve bağlamlarından koparılmış “öz”lere dönüşmesini önleme projesidir. Salt “öz”e dönüşen içerik, kendisinin bir araç olduğu unutulup, amaca dönüşmekte, bu da dogmanın ve ideolojinin kaynağını oluşturmakta. Ve daha sonra da, herkesin malumu olduğu gibi kolayca tahakküm için yeniden bir araca dönüştürülmekte. Aslında içeriğin salt bir öze dönüşmesi; ilk baştaki araçsal bağlamından koparılıp, sonradan başka amaçlar için yeniden araca dönüştürmenin ara durağıdır. Tabi ikinci kez araçsallaştırıldığında; içerik artık gerçek bağlamından kopmuş, insan ve insanlığa yabancılaşmıştır. Bu süreç binlerce yıldır oynanan siyasi bir oyuna dönüşmüştür. Bu yüzdendir ki zaten tarih tekerrürden ibarettir. Bu güne kadar ki tüm siyasi, dini, ideolojik vaatlere rağmen bir türlü mutlu sona erişilemiyor. Günümüzde bu oyuna post-truth diye yeni bir ad verilse de aslında binlerce yıldır oynan oyun hep aynı oyundur. Gücü ele geçiren kendi gerçekliğini, içeriklere (derslere) müdahale ederek, nihai gerçek (hakikat) budur diye toplumlara enjekte ediyor. Sadece oyunun ismi çağın ruhuna göre değişmekte ve buda oyunun fark edilmesini zorlaştırmakta. Bu kısır döngü, asıl bu oyuna muhalif olanların hatasıdır ki, bunun da nedeni; bu iyi niyetli insanların felsefeden kopmuş olmaları. Binlerce yıldır böyle, binlerce, on binlerce iyi niyetli insan tarih sahnesine çıkmış. Ama felsefeden kopmuş olduklarından ötürü, her defasında sil baştan konuyu ele almaya güçleri yetmemiştir. Bu problem, salt bilimle veya ideoloji ile çözülebilecek bir problem değildir. Bu düşüncenin metodolojisi açısından tamamen teknik bir problemdir. Yani bir tür düşünce mimarlığı gerektiren, bir tür düşünce mühendisliği gerektiren bilimsel disipline dayalı bir iştir. Ne şiir gibi ilham gelinerek yapılan ne de mitolojiler yaratarak oluşturulan bir düşünce eylemi değildir. Yani kısaca felsefenin işidir.

Peki derslerin ilk amacı nedir? İçerikler (dersler) ilk olarak neden var oldular? Tabi ki insanın ve insanlığın mutluluğu için bilim yapmaktan ötürü ortaya çıktılar. Bu kadar basittir ilk neden, başka bir ilk neden aramak sadece kötü niyet olabilir, başka bir şey olamaz. Burada, sadece, 2.500 yıl önce Platon ve Aristoteles’ten başlayıp süre gelen bilim, felsefe, politika ve sanat derslerinden bahsediyoruz. Başkalarının, başka ilk nedenler iddia ederek öne sürdükleri içerikler bu projenin konusu değildir. “Pandora Projesi” 2500 yıldır süre gelen bir sürecin korunması için, bütünselliğinin tekrar sağlanıp, içeriklerin (derslerin) ilk bağlamlarına yeniden döndürülmesine ve bir daha hiç koparılamamasına yönelik, tamamen “teknik” bir projedir.

Burada yazılanlar her ne kadar kulağa siyasi veya ideolojik gibi gelse de, böyle gelmesinin nedeni; kilisenin orta çağda felsefeye ve bilime müdahale ederek, burada yazdığımız amaçların bir ideoloji olduğu kanısını kasti olarak topluma (dünyaya) yerleştirmiş olmasından ötürüdür. Belli amaçlar için oluşturulan bir bilgi kirliliğidir. Aslında burada bahsettiğimiz konular ve proje hedefleri; ne bir siyaset ne de bir ideolojidir. Tam tersi ideolojileri, dogmaları ortadan kaldırmanın, onlara direnebilmenin biricik yoludur. Bilimin ve felsefenin köklerinden koparılmış gerçek özüdür. Bir disiplinin, bilimin gerçek köklerine dönmeye çalışmasına siyasi bir ideoloji denilebilir mi, hakikate kavuşmayı istemek, gerçeği aramak hiç suç olabilir mi? Böyle algılayan olursa, bu tamamen algı çarpıtılmasından, bilgi kirliliğinden dolayıdır. Felsefe, kapsamına bilimi de alarak, 2500 yıl önce, insanlığın yerleşik düzene geçmesiyle, en fazla 10-15 bin yıl öncesinden başlayan, insanlık kültüründeki kötülükleri, savaşları ve acıları ortadan kaldırmak için “bilgi sevgisi” merkeze alınarak başlatılmıştı. İnsanlığın kurtuluşu ve mutluluğu ancak bilgi sevgisiyle olabilirdi. Bunun neresi suç olabilir, tüm insanlık için istenen bir şeyin neresi belli zümrelerin çıkarı için, hegemonyası için istenen bir ideoloji gibi algılanabilir. Tüm insanlık için istenen evrensel değerlere siyasi ideoloji denmez, felsefe denir. Bunun tam tersini iddia edip, “kötülüğün” insan için var olduğunu ve kötülüğü “iyiliğin” ortaya çıkması için yaşatmak gerektiğini savunmak, mutluluğu ve refahı sadece belli zümrelerin hakkı görüp, insanları milletlere, uluslara bölüp, savaş kültürünü (ekonomisini) yaşatmayı istemekten başka ne olabilir. Asıl siyasi ideoloji budur. Felsefe ise “evrensel” olana, tüm insanlık için olana ulaşma isteğidir. Bununda ancak bilgi sevgisiyle olacağını savunur.

Çok basit gibi görülen, içerikler (dersler) arası ilişkisel ağın korunması; patrikte, sıradan bir insan zihni için neredeyse imkansızdır. Günlük koşuşturma içinde bu ilişkisel ağı bir insan zihninin bilincinde sürekli açık tutabilmesi mümkün değildir. Zaten bu yüzden insanlık tarihi filozoflara ihtiyaç duymuştur. Bu ölçekteki ilişkiselliği ancak felsefi olarak eğitmiş bir zihin düşünebilir. Zihninde canlandırabilir. Bu bakımdan, felsefe, bir tür zihnin hacimsel kapasitesini genişletme (kavramları genleştirme) eğitimi sayılabilir. Bu yüzden, Pandora Projesi’nde, bu ağın dijital olarak yeniden oluşturulması hedeflenmiştir. Bu ilişkisel ağlar geriye veya ileriye doğru takip edilerek, aynı bir tür zamanda yolculuk gibi, zamansal bağlamları takip edilebilir. Böylece ismine hakikat dediğimiz nihaiyi görü (algı) zihinde canlandırılabilir. Buna yönelik olarak projede; dersler arası çapraz ilişkiler kurarak, analitik bir “ilişkisel ağ” oluşturulması hedeflenmiştir. Bu analitik ağ (kafes), formu (biçimi) oluştururken, veya Kant’ın deyimi ile kategorileri oluştururken, içeriklerin kendisi “öz” olarak hem bilgiyi hem de duyguyu aynı anda sunmayı amaçlamıştır. Buradaki kilit konu; bilgi ve duygunun aynı anda iletilmesi. İçerikteki bu unsurlar “biçim” sayesinde ve bu biçimde internet üstünde oluşturulan dijital ağ ile ortaya çıkarılmakta. Yani amaçlanan; ağın salt analitik bir taşıyıcı olmaması, aynı zamanda içerikteki duygu ve bilginin eşleşerek, içeriğin izleyicisine bir bütün haline ulaşmasını sağlaması. Hala yapımı ve güncellemeleri süren bu web sitesi de bu amacın bir ürünüdür.

Felsefede, bilimde ve eğitimde yapılan en büyük hatanın, bilgi ve duygu birlikteliğinin kopması olduğunu düşünüyoruz. Bilgi ve duygu genellikle bir dikotomi içinde seyrederken, diyalektik ile bir birine kaynaşacağı ön görülür ama dünya tarihi bize bunun böyle olmadığını göstermiştir. Her dönem, duygu ağırlıklı geleneklerin bilgiye galip gelerek, topluma hakim olduğu gözlemlenmekte. Yani kısaca, eğitimde bir yönteminiz yoksa, bilim gelenek karşısında gücünü yitirmekte, dahası daha çok teknoloji ürettikçe tam tersine teknoloji neoliberal sistemin daha da büyümesinin, beslenmesinin bir aracına dönüşmekte. Bilimsel felsefesinde ise yapılan en büyük hata; analitik düşüncenin otomatik olarak duyguyu oluşturacağına olan inanç. Bu yönde hiçbir bilimsel veri olmamasına karşın, bu inanç ta bilim dünyasının kendi geleneği, dogması olmuş. Nerdeyse din sayılabilecek, tam bir inanca dönüşmüş. Bilimsel eğitimin teknik olarak eksikliği; tüm bu yukarıda saydığımız olumsuzlukları engelleyecek, dış bir iskelet gibi sarıp sarmalayacak, içeriklerle ilgili ilişkisel bir ağın eksikliğidir. İşte, Pandora Projesinin nihai hedefi de budur; bugüne kadar soyut sanılan bu ağı, somut, nesnel olarak, dış bir iskelet gibi ortaya koymak.

Bu güne kadar soyut sanılan ve bilimin “metafizikle işimiz olmaz” demesine neden olan hata, tam bu noktada ortaya çıkmakta. Bilim, bu yüzden, safsata karşısında sürekli cephe kaybetmekte ve zayıf düşmektedir. İşte bu yüzdendir ki zaman zaman, Dan Dennett’tin “Memetik Kuramı” gibi pratikte hiçbir işe yaramayan, sözde felsefe denemelerinden medet ummaktadır ve hem felsefeyi ret edip hem de felsefe yapmaya kalkarak, kendi ile çelişkiye düşmektedir. Tabi bu durum, içinde kaldığı çaresizliğe, haksızlığa ve uğradığı yoğun saldırılara bakınca anlaşılır bir durumdur. Bazen de TV’ye çıkan bilim insanlarının metafizik konulardaki tartışmalarda, cevap bile veremeyip, umutsuzca evrim teorisiyle her şeyi açıklayabileceklerini sanmaları ve sonra da tartışmalarda perişan olmaları ve Darwin’e bir peygamber gibi sarılmaları içler acısı bir durumdur. Ontolojik ve epistemolojik problemleri salt evrimle açıklamak mümkün değildir. Hele bilinç problemini evrimle açıklamaya kalkmak çok büyük saflık ve hata olur. Bilim dünyasının ve bilim insanlarının bir türlü kavrayamadığı, anlamakta zorluk çektiği şey; ontolojik, epistemolojik ve zihin felsefesi ile ilgili konuların ancak insan zihninde nesnellik kazandığıdır. Bu konuların dilde, toplumda, laboratuar ortamında soyut olarak ele alınması bu konuların illaki soyut olduğunu göstermez. Aslında metafizik fizikten daha somut, daha nesneldir. Örneğin “bildiğinizi”, zihninizde yüzde yüz bilirsiniz. Ama laboratuar ortamında veya dışarıda,  doğadaki bir şeyi yüzde yüz bilemezsiniz. Bilim insanları, henüz, bu metafizik gerçeği anlayamayacak kadar felsefeden uzaktırlar. Oysa Descartes’in daha 400 yıl öncesinde farkına vardığı gibi, yüzde yüz emin olabileceğiniz tek şey; bildiğinizin farkında olmak,  bildiğinizi bilmektir. Bilim dünyasının felsefeye uzak olmasının temel nedeni; Orta Çağdaki kilisenin felsefe üzerindeki ağır tahrifatı ve kavramlar üstündeki çarpıtmalarıdır. Bu yüzden bilim dünyasına hak vermemekte elde değil.

Pandora Projesi’nde önerdiğimiz; dijital platformları ve interneti kullanarak oluşturulacak ilişkisel (analitik) ağın, salt bir ağ gibi görülmeyip içeriğe duygu katan veya zaten var olan duyguyu bilgi ile sentezlemeye yardımcı olan bir rehber olmasını sağlamak. Buna imkan vermesi için bu web sitesi üzerinde en üst çatıyı, “oynatma listeleri” adlı en üst kategori oluşturuyor. Bu kategoriye, biz meta kategori diyoruz. Kant’ın kozmoloji ve psikoloji ile beraber Tanrı kategorisi ismini verdiği (dinlerin değil felsefenin Tanrısı manasında, tanrısallık, yaratıcılık olarak) gibi, neredeyse biçimin (formun) silikleşip yok olmak üzere olduğu, salt özün yoğunlaştığı kategoriler olarak, en üst kategori şeklinde değerlendiriyoruz. Diğer bir açıdan bu meta kategoriyi metafizik olarak yani felsefi bilgi olarak ta bakabilirsiniz. Analitik olanla, metafizik olanın bir döngü içinde birleştiği, bir birine dönüşerek geçiş yaptığı en üst zihinsel seviye.

Daha sonra ana kategori başlıkları ve bunların alt kategorilerinden oluşan; felsefe, bilim, politika, sanat ve akademi isimli kategoriler projenin analitik (bilimsel) iskeletini oluşturuyor. İzleyiciyi  “oynatma listesi meta kategorisine” kadar taşıyacak olan bu iskelette; izleyicinin analitik aklın hegemonyasına girmesini, içerikteki diğer içeriklerle olan çapraz bağlantılar ve anlatıcının anlatıma kattığı duygunun ve metnin hazırlanış biçiminin engelleyeceğini düşünüyoruz. Burada iki yöntem izlenebilir: oynatma listelerinden başlayarak aşağıya doğru inen bir izlence yöntemi ya da ana kategoriler ve alt kategorilerden başlayıp oynatma listesine doğru çıkan bir izlence. Hangi yöntem izlenirse izlensin, izleyiciyi salt bilginin hegemonyasına girip, analitik aklın tuzağından (pozitivizm) koruyacak olan en birinci unsur, anlatıcının ve metnin ustalığı. Bunda bir yetersizlik olduğunda, meta kategorinin kendi içeriğinin ve içeriklerin kendi içindeki çapraz bağlantıların bu eksikliği gidereceğini tahmin ediyoruz.

Diğer taraftan duygulanımların ağır basacağı ve “duygu” lehine bu dengenin bozulabileceğini düşünenlerin bundan endişe etmesine gerek yok. Çünkü projenin önerdiği ilişkisel ağ ve izlence iskeleti zaten yapısı gereğe bunu engelleyen bir unsur. Tabi bu unsurun görevini yerine getirebilmesi için izleyenin iskeleti ve çapraz ağı takip edilmesi, yani istikrar ve kararlılık olması lazım. “İstikrar ve kararlılık” bu projenin, artık, Kant’ın en üst kategorisini, “Tanrı” kategorisini de aşan, tahayyül edilemeyenin kendisi diyebiliriz. Ya da başka bir açıdan Platon’un Timaeus’undaki Khora’nın kendisi. Timaeus’taki “Demiurgos” projenin iskeletini temsil ederken, Khora’yı da “istikrar ve kararlılık” temsil ediyor. Zamanında Marx buna “devrim” demişti, ondan öncesinde peygamberler hidayet demişti, tek tanrılı dinler öncesinde de mekansal olarak, Tanrıların evi “panteon” denmişti. Ya da bu kadar kafa karışıklığına gerek olmadan, buna kısaca Antik Yunanda ki “psişe” kavramı ya da Hegel’in tarihsel tini diyebilirsiniz. Neticede ne derseniz deyin bunların gelip varacağı yer Heideggerin ısrarla vurguladığı “bildung”un kendisidir. Biz bu şekilde düzenlenmiş bilimsel bir eğitim projesinin zaten doğası gereği bir ruhu olacağını ve bunu izleyicilerine (öğrencilerine, takipçilerine) doğal olarak aktaracağına inanıyoruz. Bu ruh “bildung”a giden yolda yol gösterici olacaktır. Başka bir endişeye kapılmaya ve başka türlü arayışlara girmeye gerek olmadığına inanıyoruz. Projenin teknik yapısının (formasyon verici kudretler), yeter olgunluktaki aday takipçide gerekli olan motivasyonu, isteği (arzuyu) uyandıracağını umuyoruz.

Bizce tarihteki problemler “bildung” kavramının öneminin tam olarak kavranamaması ve ideolojinin her çağda, öyle ya da böyle, gelenekler ve inançlar yoluyla bu apaçık gerçeğin üstünü hep örttüğünü düşünüyoruz. Felsefenin de 2500 yıldır bunu bize anlatmaya çalıştığını ve de felsefenin insana ait bir şey olmadığını düşünüyoruz. Felsefeyi aynı Spinoza’nın bize göstermeye çalıştığı gibi doğanın insan aracılığı ile, insan dilini kullanarak, bizimle konuşması olarak görüyoruz. Oynatma listelerinin (meta kategorileri) kendi içeriklerini meta içerikler olarak Deleuze, Foucault, Merleau-Ponty, Derrida, Alain Badiou, Zizek gibi çağdaş filozofların önerileri ışığında hazırlayacağız. Biz tüm filozofların aynı yere baktığını, ama içinde bulundukları çağın bilgi birikimi ve teknolojisi kadar, ancak hakikatin bir yamacını bize tarif edebildiklerine inanıyoruz. Neticede, özellikle, çağdaş filozofların çoğu ele alınarak, doğru yapılmış bir sentezinin bize hepsinin aynı yeri işaret ettiğini göstereceğini düşünüyoruz. İnsanlık tarihindeki kadim iyi ve kötü mücadelesinin sonuna yaklaşıldığını, artık otomasyon teknolojilerinin ve internetin bu mücadelenin sonunu belirleyici unsurları olacağını düşünüyoruz.

Projeyi 2018 yılının sonuna kadar tamamlamayı hedefliyoruz. Tamamlandığını gösteren bu web sitesi üzerinde oynatma listelerinin tamamlanması ve oynatma listelerinin bir cep telefonu uygulamasına ve kitaba dönüştürülmesi olacak. Felsefe, bilim, politika  ve sanat kapsamında 24 adet oynatma listesi oluşturmayı planlıyoruz. Bireysel eğitim ve bilgilenme dışında, ayrıca eğitimcilerin açık ders şeklinde, özgür eğitim projeleri düzenleyebilmeleri için de bazı temel müfredat dokümanlarını da oluşturmayı planlıyoruz. Dünyanın her yerinden ulaşarak, bulunduğunuz bölgede eğitim (bildung) faaliyeti sürdürmenizi sağlayabilecek bir platforma sahip olacaksınız. Bu platformu kullanarak temel insanlık (medeniyet) öğretisini nesiller birbirlerine aktarabilecekler. Eğitimcilerin ve öğrencilerin (takipçilerin), zamanında, Kant’ın büyük çaba sarf ettiği, evrensel dünya devleti ideasına, şimdilik evrensel bir platform olarak, web sitesinden ve cep telefonu uygulamasından oluşan bu dijital platform çerçevesine ulaşabilmelerini sağlamayı hedefliyoruz.  Bu son bağlamda, felsefenin aslında doğanın başlattığı “insan” projesinin tamamlayıcısı olarak, insanlığın en büyük projesi olduğunu ve son görevini böylece layığı ile yerine getirmiş olacağını düşünüyoruz. İnsanın tamamlanmamış, yarım kalmış bir “proje” olarak binlerce yıldır çektiği acılarının ve mutsuzluğunun sona ereceği günlerin yaklaştığına tüm kalbimizle inanıyoruz.

Marx 150 yıl önce felsefenin görevini yerine getirdiğini ve artık tarh sahnesinden çekilip, yerini eyleme bırakması gerektiğini söyleyerek, erken davranmış ve hata etmişti. İnsan ruhunun derinlerindeki doğasını gözden kaçırmıştı. Felsefe bir projedir. Doğanın başlattığı “İnsan” projesinin devamıdır ve insanlık bitti demeden de bitmesi mümkün değil. Felsefenin aslında “insan” projesinin devamı bir “proje” olduğu anlaşılmadığı için insanlık tarihi insanı tanrısallaştırma yoluna gitti ve “Tanrı” diye aslında hep kendine taptı. Bu uğurda binlerce yıldır, doğada hiç eşine rastlanılmadığı şekilde, kendi türünü, yani kendi öz kardeşlerini katletti ve hala katletmeye devam ediyor. Pandora Projesi’nin başka bir gezegene gitmeye gerek kalmadan, insanlığın aydınlığa çıkarılmasındaki yolda önemli bir kavşak noktası olması dileği ile.